Enis Behiç Koryürek
Enis Behiç Koryürek

Enis Behiç Koryürek

Enis Behiç Koryürek biografisi

Enis Behiç Koryürek Hecenin beş şairinden biridir. Orhan Seyfi Orhon, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç ve Halit Fahri Ozansoy‘dan oluşan, “Hecenin Beş Şairi“nden (Beş Hececiler) biri oldu.

Enis Behiç Koryürek, 11 Mart 1891 tarihinde İstanbul ’da doğmuştur. Babası Doktor Yarbay İsmail Behiç Bey, annesi Fâika Hanım ’dır. Babasının görevi nedeniyle çocukluğu Makedonya ’da geçti. İlköğrenimini babasından ve özel hocalarından aldı. İlköğrenimini evde yaptıktan sonradan, Selanik ve Üsküp İdadileri ile İstanbul Sultanîsi (Lise) okudu ve 1909 yılında mezun oldu. 1913 yılında Mülkiye Mektebi’ni birincilikle bitirdi. Hariciye Nezareti’nde (Dışişleri Bakanlığı) Ticaret İşleri Şubesinde kâtip olarak çalışmaya başladı. Birinci Dünya Savaşı başlarında Bükreş ’te Şehbender (konsolos, 1915) ve Budapeşte ’de Şehbender Yardımcısı (1916) ve Basın Ataşesi olarak atama yaptı. Budapeşte ’de bir Fransız kızıyla evlendi.

1919 yılında İstanbul ’a dönerek Hariciye Nezâretinde çalışmaya devam etti. Benzer yıllarda Vefa ve Kabataş liselerinde Fransızca ve edebiyat dersleri de verdi.

1921 yılında Kurtuluş Savaşı‘nı destekleyen “Müdafaa-i Milliye” adlı sıcacık örgüte katıldı. Kurtuluş Savaşı‘ndan daha sonra 1922 yılında Ankara hükümeti kadar Edirne Valiliği Hukuk İşleri Müdürlüğüne atandı. Bu görevde iken Cumhuriyetin ilanından sonradan Edirne Lisesinde Fransızca ve edebiyat öğretmenliği yaptı.

Enis Behiç Koryürek, birincil şiirlerini 19 yaşında iken “Ruhum Şiirlerimde Tecessüm Eder Benim” başlığı aşağı yayımladı. Kısa bir zaman Fecr-i Ati topluluğu içinde yer aldı ve birkaç ay toplantılarına katıldı. “Namık Kemal‘in ruhuna” ithaf ettiği “Vatan Mersiyesi” şiiriyle geniş yankı uyandırdı.

1912-1914 yıllarında Şehbal dergisinde yayımlanan ilk hamasî şiirlerinde Servet-i Fünûncuların etkisinde olduğu görüldü. Daha sonraki şiirlerinde hece ölçüsünü kullandı ve Millî Edebiyat akımı içinde yer aldı.

Enis Behiç Koryürek, Orhan Seyfi Orhon, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç ve Halit Fahri Ozansoy‘dan oluşan, “Hecenin Beş Şairi“nden (Beş Hececiler) biri oldu.

Şiirleri, ilk önce Şehbâl almak üzere, Hürriyet-i Fikriyye, Donanma, Türk Yurdu, Yeni Mecmua gibi dergilerde yayımlandı. İstanbul ’da geniş bir edebiyatçı ve ressam çevresi oldu. Ziya Gökalp, Ali Canip Usul, Ömer Seyfettin ve Celâl Sahir Erozan ile dostluklar kurdu.

Enis Behiç Koryürek, İlk eşinden ayrılarak Fahri Paşa ’nın kızıyla evlendi. 1926 yılında Ticaret Vekâleti Ticaret Muâhedâtı (Antlaşmaları) Dâiresi başkan yardımcısı olarak Ankara ’ya atama edildi. Uzun yıllar Ticaret, İktisat ve Çalışma bakanlıklarında çalıştı. Bu görevi sırasında da Ankara Ticaret Lisesinde Fransızca öğretmenliği yaptı.

1930 yılında Sovyet Rusya hükümetiyle ticaret müzakerelerinde bulunan heyetle birlikte Moskova ’ya gitti. daha sonra Başbakanlığa emrindeki Yüksek İktisat Meclisi genel sekreterliği (1930-36) yaptı. 1941 ’de Ekonomi Bakanlığında İş ve İşçiler Dairesi Başkanı, sonra Alıştırma Bakanlığı Müsteşarı oldu.

Enis Behiç Koryürek, 1934-1936 yılları aralarında Fransızcadan nüfus istatistikleri bilimi (nüfus meseleleri) üzerine beş kitap çevirdi. Hem Türkiye ’de emekçi sorunlarına eğilerek çözüm yolları için kurumlaşmanın yollarını açan birincil bürokratlardan biri oldu. 1946 yılında siyasete girip milletvekili adayı edinmek için görevinden istifa etti.

1946 yılı seçimlerinde Halkçı Parti‘den Zonguldak milletvekili adayı oldu, seçilemedi.

Yaşamının son dönemini zorluklar içinde geçirdi. Mal Varlığı-i Fünun etkisi içeren ilk şiirleri 1912’de “Şehbal” dergisinde yayınlandı. sonra Ziya Gökalp‘in etkisiyle hece veznini benimsedi ve Ulusal Edebiyat akımına katıldı. Milli duyguları ön plana çıkaran ve yiğitlik temalarını sırık noktalara götüren şiirler yazdı. Bazı şiirlerinde biçim açısından hece kalıplarını kırma çabası da gösterdi. 1946’dan daha sonra mistik bir şiire yöneldi. Bir mevlevinin ruhuyla temas kurduktan daha sonra yarattığını öne sürdüğü tasavvufi şiirler yazdı.

Enis Behiç Koryürek, 18 Ekim 1949 tarihinde Ankara ’da 58 yaşında ölmüştür.

Kitapları :
Şiir :
1927 – Servet 
1949 – Varidat-ı Süleyman (Çedikçi Süleyman Çelebi Ruhundan İlhamlar)
1952 – Güneşin Ölümü 

Şiirlerinden Örnekler:
Ey Türk Eli!..
Ey Türkeli, ben uzaktan gelen yorgunum. 
Dinle beni, ben de senin bir öz oğlunum. 
Geceleyin çölde yalnız kalan gezgin bir 
Anemik ışık farkedince nasıl sevinir, 
Nasıl tüm ümidini bağlarsa ona, 
Ben de pek yadelinden baktım vatana. 
Sen uzaktın benden, fakat kalbim senindi. 
Ey Türkeli, hasretin ta ruhuma sindi. 
Bir kasırga alt üst etti dünyayı bütün. 
Kanlı, viran mabedinde tarihin bugün 
Kaç hükümdar tacı kandil olup asıldı… 
Kaç istiklal gömmek için mezar kazıldı… 
Bu kazılan mezarlardan biri en derin. 
Bu en derin kabir senin, ey vatan senin! 
Kızıl gökten çalacaktı ülkü yıldızı 
Ölümünden karnaval yapan kefen hırsızı. 
O karanlık günlerinde, gönlümüz kara, 
Bağrımızda sefillerin açtığı yara, 
Ellerimiz emrindeki matem zincirleriyle. 
Neslimizin halsiz ömrü bütün hâile, 
Şehid olan emellere hep acıklı, hazin 
Ağlamaktan nuru söndü gözlerimizin. 
Dinleyerek baykuşların kahkahasını 
Halk kara bayraklarla tuttu yasını. 
Bugün ama biz Yargı yolunda kanını döken, 
Bugün oysa biz bin kahrile hurdahaş iken 
Yekpâre bir çelik olmuş sine sahibi 
Bir milletiz, kükremişiz yanardağ gibi… 
Bugün oysa biz, alçakların hakaretinden 
Varlığında kıyametler kopup cûşeden 
Yıldırımlı bir ummanız, uğulduyoruz; 
Zulme karşısında Tanrı hışmı oldu Ordumuz. 
Biz daha dün pek dertli olanlarız ancak. 
Pek göğsü hicran ile dolanlarız ancak. 
Rûhumuzun zırhı oldu ıztırâbımız… 
Bahtımızla budur, dedik, son hesâbımız. 
Varsın gelsin arzın daha bin beliyyesi! 
Öcümüzün sayhasıdır topların sesi. 
Felaketler pençemizde oyuncak oldu… 
Yangınlarla bütün vatan alsancak oldu… 
Bir kırılmaz yalınkılıç gibi hıncımız. 
İmanını kalkan etti her akıncımız… 
Tayfunlara yoldaş oldu nâra salan Türk!.. 
Hey koca Türk, Tanrısından baskı alan Türk!.
“Başarı” azgın bir küheylan; koşar, şahlanır; 
Sırtındaki şehsuvarı böylece çabuk tanır. 
Bu şehsuvar, küheylâna daha binerken 
Yelesinden bir tutar ancak, azgın at derhal 
İlk mahmuzda anlar nasıl binicisi var. 
Yol ver artık küheylana, şanlı şehsuvar! 
Sen korkusuz, dinç, başat oldukça cet 
Atın seni erdirecek her saltanata. 
Onu ne dağ, ne deniz durduracaktır.

“Başarı” seni uçuracak… Uçuracaktır… 
Lakin bil ancak: İrâdende sarsıntı varsa, 
Gönlünü bir lâhza için nefret sararsa, 
Ya gözlerin kararırsa böyle uçuştan, 
Ya Da birazcık mestolursan, dalgınlaşırsan 
“Galibiyet” seni birdenbire sırtında atar; 
Attan düşen nallarının altında yatar…
İşte biz oysa ta ezelden beri atlıyız, 
Asırların göklerinde biz kanatlıyız. 
Kanımızın ateşinden şimşek yarattık; 
Bu şimşekle küheylana bir kırbaç attık. 
“Allah!” diye haykırarak “Galibiyet” imize 
Hurûşettik Sakarya’dan ta Akdeniz’e… 
Âtîlere koşuyoruz gençlikle, şanla… 
Şan beraber koşar Hakka içten koşanla.

Tuna Kıyısında
Evimden uzak, annemden uzaktan; 
Yetim kalmışım yad ellerinde. 
Bir vefa ararım kalbe dolacak 
Gurbetin yabancı güzellerinde. 
Tuna’nın üstünde güneş batarken 
Sevgili yurdumu andırır bana. 
Bir hayal isterim Boğaziçi’nden 
Bakarım “İstanbul!” diye her yana. 
İstanbul! Ey sedef mehtaplarından
Hülya gözlerime ilk ışık veren! 
Buranın ufkunda yanıp tozlanan 
En munis renge de biganeyim ben. 
Ah, orda renklerin -şark güneşile 
Naz eden- büyücü ahengi vardır. 
Bu akşam yurdumu andırsa bile 
Ah, orda akşamın bin rengi vardır.

Hatıra
Geçsin günler, haftalar, 
Aylar, mevsimler, yıllar… 
Süre, benzeri bir rüzgar 
Ve bir su gibi aksın… 
Sen gözlerimde bir renk, 
Kulaklarımda bir ses 
Ve içimde bir nefes  Olarak kalacaksın…

Gemiciler
Biz dalgalar, fırtınalar kahramanı yiğitleriz. 
Ufuklardan ufuklara haber sorar, gezeriz. 
Güneşlerde uyuklayan yamaçları, 
Kalbi sakin tarlaları bıraktık. 
Gölge veren ağaçları 
Sevmiyoruz biz bundan böyle. 
Sevgilimiz, 
Ey deniz! 
İşte biz; 
Nihayetsiz 
Mavilikler yolcusu! 
Ruhumuzun kardeşidir 
Güneşlerde parlayan bu yeşil su. 
Bayrağımız yeşil sular ateşidir. 
Biz bayrağın fedaisi sayısız Türk genciyiz. 
Biz hilale şöhret arayan nefret bilmez gemiciyiz. 
Ey vatandan müjdelerle bize değin gelen rüzgâr! 
O sarışın sahillerde kara gözlü genç kızlar, 
Yaz gecesi mehtap ile konuşurken, 
Dürüst söyle, sordular mı bizleri? .. 
Nasıl cevap verdiği gökten 
Gemimizin rehberi, 
O vefakâr 
Yıldızlar? .. 
Poyraz var; 
Yelken dolar. 
Gemi yarı kanatlı! 
Enginlerde pembe güneş 
Gülümserken bu gezi ne tatlı! 
Çal sazını kalenderce yiğit kardeş! 
Nağmelerin yorulmayan dalgalardan bahtiyar. 
Gönderelim bu ahengi o sevgili yurda değin…