Atilla Kaya biografisi
İstanbul 3.Bölge MHP Milletvekilidir.
Atilla Kaya, 15 Ağustos 1957 tarihinde Kars‘ta doğmuştur. Baba adı Rüstem, anne adı Saadet’tir. İlkokul, ortaokul ve liseyi Kars’ta okudu. Erzurum, Atatürk Üniversitesi, Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Matematik Bölümünden mezun oldu.
1980 yılında sol goçulu’yu bıçaklayarak öldürmüştür. Mahkeme kadar adam öldürmekten hüküm giymemiş defalarca karara itiraz etmiş hüküm bozulmuş ve davası sonuçlanamadan af çıkmıştır.
Atilla Kaya, 1997-2003 yılları arasında Ayla Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Genel Başkanlığı yaptı. Bununla Birlikte bir yana da özgür ticaretle uğraştı. 2003- 2009 yılları arasında Milliyetçi Hareket Partisi Sivil Toplum Kuruluşlarından Sorumluluk Sahibi Genel Başkan Yardımcısı görevi yaptı. 2009 yılında MHP İstanbul İl Başkanlığı seçimlerinde parti genel başkanı Devlet Bahçeli ile takışınca Genel Başkan Yardımcısı görevinden ayrılmıştır.
2007 yılında 23. Dönem ve 2011 yılında 24. Dönemde istanbul MHP Milletvekili seçildi. İnsan Haklarını İnceleme Kuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi Türk Grubu Üyesi oldu.
7 Haziran 2015 ve 1 Kasım 2015 tarihlerinde yapılan 25. Dönem ve 26. Dönem genel seçimlerde istanbul 3.Bölge MHP Milletvekili olarak seçildi. Türkiye–Moğolistan Parlamentolararası Arkadaşlık Grubu üyesi görevi yapmaktadır.
21 Mart 2015 tarihinde yapılan MHP 11. Alışılmış Genel Kurulunda Merkez Yönetim Kurulu üyesi olarak seçildi. Akabinde yapılan Merkez Idare Heyeti toplantısı sonrası Başkanlık Divanı üyeliğine seçilerek Sivil Toplum Kuruluşlarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevini aldı.
Atila Kaya, partisinin genel başkanı Devlet Bahçeli‘nin anayasa değişikliği teklifine destek vermesi nedeni ile 4 Ocak 2017 tarihinde MHP Genel Başkan Yardımcılığı görevinden istifa etti.
Atila Kaya, 7 Ocak 2017 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘a açık mektup yazdı. O mektup aşağıdadır:
Sayın Cumhurbaşkanı; İkimiz de biliyoruz ki, ne sizin dinlemek istediğiniz ne de benim söylemek istediğim hitap budur. Sizin bir parti sözcüsü gibi meydanlarda dilendiğiniz “Devlet Başkanı” hitabıdır; benim gönlümden geçen ise, bağımsız Türk yargısının karşısına çıktığınız gün, şerefli bir Türk savcısının dudaklarından dökülecek olandır. Merak buyurmayınız; bulunduğunuz makamda halen AKP Genel Başkanı ’ymış gibi davranmanıza dair söyleyecek sözüm değil.
Zira, üzerine aldığı görevi “tarafsızlıkla” yerine gi zevkle çiğneyebilecek tıynette bir insana etki edecek kudrette bir söz değil.
öte yandan; ‘Açık Sözlülük ’ı bir kavram olarak algılamanızı ummak de -entelektüel düzeyiniz göz önünde bulundurulduğunda- size adaletsizlik olacaktır.
Sayın Cumhurbaşkanı; Başkanlık hırsını bir zırh gibi üstüne geçirmiş psikolojinizin size söylettiği ilginç sözler ve yaptırdığı ilginç işler vardır. Nedamet getirip bunlardan kurtulmayı dilerseniz, sarayınızda Saraçoğlu ’dan ayrı uzmanları danışman olarak istihdam etmenizi öğüt ederim. Zira sağlığınızı tehdit eden haller, otlarla şifa bulacağınız türden değildir.
Bu kabilden bir hâl “Türk Tipi Başkanlık” lakırdısını dilinize pelesenk edişinizdir. Sonda söyleyeceğimi ilk kez söyleyeyim: Sizin neyiniz “Türk tipi” ancak, başkanlığınız da “Türk tipi” olsun! Ne oldu fakat; bırakın sahiplenmeyi hatta söylemeyi- “Türk” sözünü duymaya bile tahammülü olmayan, Anayasa ’dan “Türklüğü” çıkartmayı siyasi gayretlerinin baş hedefi gören siz, “Türk Tipi” bir yönetim modelinden bahseder oldunuz? Kalkmış, “bizim tarihimizde, genlerimizde, geleneğimizde başkanlık sistemi var” diyorsunuz. Siz yok miydiniz; Türk Milleti ’ni 36 ırksa parçaya bölen.
Şu Anda, hangisinin tarihinden, geleneğinden bahsediyorsunuz? “Tarih”, “gelenek” yetmezmiş gibi diğer taraftan ırkçı duyguları okşamak için genlerden söz ediyorsunuz. Siz yok miydiniz onları ayakları altına bölge. Biz sizi tanıyoruz. Siz, elinizden gelse, adında “Türk” geçiyor diye “türkü” bile söyletmezsiniz. Ama adadaki dostunuz ciddiye alırsa alınabilir, dikkat.Sayın Cumhurbaşkanı;“Bizim tarihimizde başlıca olan budur” dediniz ya…
Hani, söyleseniz de bilsek: sizin tarihiniz hangisidir?
Hangi milletin tarihidir?
Türk tarihinde de, bu tarihin belirli bir döneminden itibaren iman ettiğimiz Kur ’an ’da da esas, yönetimin şekli değil dayandığı ilkeler olmuştur.
Bu ilkelerin uygulamaları da ne yazık fakat- sizin eylemlerinizle örtüştürebileceğimiz türden değildir. Örneğin, siz; Mete Han ’ın, Attila ’nınbi parçaya ayırıp bunlardan bir kısmını aşağılayabileceğini düşünebilir misiniz?
Örneğin, siz; Sultan Alparslan ’ın devleti 10 sene reel Haşhaşîlere teslim edebileceğini, “ne istediler de vermedim” diyebileceğini, sonradan da “saflığımdan yararlandılar” diye bir savunma geliştirebileceğini düşünebilir misiniz? Örneğin, siz; Kılıçarslan ’ın Haçlı Seferleri Projesi ’nin eşbaşkanı olabileceğini, “kahraman haçlı askerlerin evlerine dönebilmeleri için dua ediyorum” diyebileceğini düşünebilir misiniz?
Mesela, siz; Fatih ’in “dindar ve kindar cins” yetiştirmeyi hedefleyebileceğini düşünebilir misiniz?
Mesela, siz; Yavuz ’un “yargının vatana ihanetten başka derdi yok” diyebileceğini, Kanunî ’nin yasalarla yap-boz oynayabileceğini düşünebilir misiniz?
Mesela, siz; Abdülhamid ’in “ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” diyebileceğini düşünebilir misiniz?
Örneğin, siz; Atatürk ’ün Anzavur için ya da Şeyh Said için “yani ne istendi de 12 takvim Başbakanlığım döneminde verilmedi” diyebileceğini düşünebilir misiniz?
Mesela, siz; İranlı hilekarn bir tıfılın, o dilinizden düşürmediğiniz Osmanlı ’nızı rüşvetle tutsak alabileceğini, Dahiliye Nazırı ’nın onun önüne yatmaktan çekinmeyeceğini, sus payı ve yolsuzluğun fetvalarla meşrulaştırılabileceğini düşünebilir misiniz?
Yeri gelmişken; hani 21. Yüzyılın Kayserili Davud ’u olduğunu düşünen birini Başbakanlık koltuğuna oturttunuz ya…
Örneğin, siz; Orhan Gazi ’nin 14. Yüzyılın Kayserili Davud ’unu medreseden çıkartıp devlet işlerinin başına oturtacağını düşünebilir misiniz?
Yeniden yeri gelmişken; siz hiç Türk tarihinde vatan toprağını savaşmadan bırakıp da atasının türbesini sırtlayıp kaçan daha sonra bunun büyük bir zafer olduğunu söyleyen devlet adamı gördünüz mü?
Örneğin, siz; sömürgeci güçler ve yerli maşaları korkutma ediyor diye Medine kahramanı Fahrettin Paşa ’nın böyle bir yola başvurabileceğini düşünebilir misiniz?
Sayın Cumhurbaşkanı; Tüm bu yapıp ettiklerinizin ardında hangi tarihten alınan ilham vardır?
Söyleseniz de bilsek Allah aşkına. belli ki, bu Türk tarihi olamaz. Zaten şahsınız ve bağlısı bulunduğunuz zihniyetin varlığıyla ilgili esas sorun kendinizi Türk tarihine ait hissetmeyişinizdir.
Biliyoruz ki, ideolojik mensubiyetiniz buna engeldir. Sizin dâhil olduğunuzu düşündüğünüz şey, sömürgecilik sonrası Arap kimliği arayışından doğmuş olan İhvan ’ın kurguladığı ideolojik bir tarih yorumu ve sınırları süresiz ‘Dârü ’l-İslam ’ kavramıdır. İktidarınız boyunca etkilerine açık olduğunuz liberalizmin “şirket olarak planlanmış devlet” anlayışını da eklemek gerek.
Bunları Türk tarihinde bulabileceğinizi varsaymak en iyimser yaklaşımla Türk tarihine yabancılığınızın bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Sayın Cumhurbaşkanı; Bu millet ne yazık fakat- ideolojik tercihlerinizin bedelini ödemek durumunda kaldığı gibi, kendisini dünyanın merkezinde görebilen egonuzun bedelini de ödemek durumunda kalmaktadır.
Siz her fırsatta bunun hazzını tadarken, millete acı sonuçlarına sabretmek düşmektedir. Örneğin; bir bürokratın vatanseverliğine kefil olup hatta terbiye sınırlarını zorlayarak- sahiplenirken bir başkasını vatana ihanetle suçlamak sizin harcınızdır ve fakat bu çerçevede anlamlıdır.
Terör örgütünün kontrolünde, vatan toprağını bırakıp sandukayı taşıdı diye birisine meydan muharebesi kazanmış komutan muamelesi gösterdiniz.
Bıraksaydınız bu kadarını Merkez Bankası bile yapardı. Ancak ondan diğerinin tırnaklarına gösterdiğiniz ilgiyi esirgediniz ve onu vatana ihanetle suçladınız.
Sayın Cumhurbaşkanı; “Vatana ihanet” sizin kullanmayı sevdiğiniz bir itham. Peki, kendi atadığınız kadrolardan bu kadar vatan haininin nasıl çıkabildiği sorusuna da verecek bir yanıtınız var mı?
Hem bu kadar isabetsiz atamalar yapıp ayrıca de her şeyi en iyi bildiğinizi, ülkeyi en iyi şekilde yönetebildiğinizi nasıl savunabiliyorsunuz?
Eğer işbirliği içinde olduklarınızın gerçek yüzlerini anlamanız en düşük on sene sürüyorsa, siz de güvende değilsiniz, ülke de sizden belirlenmiş değil demektir.
Bu sorgulamaları yapanları “Ankara ’dan kuru sıkı atmakla” eleştiriyorsunuz, her önünüze çıkana “delikanlılık” dersi veriyorsunuz ya, hadi siz -Kabe ’yi bile bir orduyla tavaf edişinizde gördüğümüz- o dillere epope cesaretinizle yanıt verin.
Sayın Cumhurbaşkanı; Sahip olmadığınız şeyin kıymetini bilemezsiniz. Siz hiçbir vakit ‘Tarih ’ veya ‘Devlet ’ bilincine sahip olmadınız.
Edindiğiniz ideolojik formasyon buna yerinde değildi ve bu formasyonu koruduğunuz sürece de olamayacaksınız. Sizin gözünüzde ‘Ülke ’, İslam tarihi boyunca bile sınırları belirlenememiş olan muhayyel “Darü ’l İslam” olduğu için, kendinizce Müslüman gördüklerinizin ideolojik çıkarı uğruna onu kesip biçmekten çekinmeyeceksiniz.
Bu işe “çözüm süreci” demeye sadece diliniz varmayacak, gönlünüz de ona eşlik edecektir. Siz, başkanlığınızı ‘Halk ’ kavramından türetemeyeceğiniz için, ‘Başkanlık ’ kavramından halk müziği türetebileceğinizi sanıyorsunuz.
Böyle yaparsanız, “milletiniz” sadece “evde şiddet tuttuklarınız” olacaktır. Sayın Cumhurbaşkanı; ‘Tarih ’ bilincine sahip olmayışınızla özlemini duyduğunuz “dindar ve kindar cins” arasındaki ilişkiye dair de bir şey anlatmak isterim: ‘Tarih ’ bilinci olmayanda –‘Din ’i tarihselliği içinde kavrayamayacaklarından- hakiki anlamda bir ‘Din Bilinci ’ de olamaz.
İnsanları tarihlerine yabancılaştırıp hatta “düşman” kılarak “dindar cins” yetiştiremezsiniz. Hz. Peygamber örneğinde gördüğümüz İslam, Cahiliyye ’ye bile böyle yaklaşmamıştır.
Çevrenizde bunları sorup öğrenebileceğiniz fazla insan vardır.
Eğer günün birinde bu ülkede –kefen giymiş partizanlar değil de- aslında dindar bir cins yetişirse; onların dilinde arzuladığınız şekilde anılmayacaksınız.
Zira onlar cihadın en üstteki derecesinin zalim sultan aleyhinde hakkı bildirmek olduğunu bileceklerdir; onlar, Tanrı ’nın, kullarının ellerinin batmış mu boş mu olduğuna değil, benekli mi temiz mi olduğuna baktığını bileceklerdir; onlar, haram yemenin fetvadan kılıfı olamayacağını bileceklerdir; onlar, bir devletin küfr ile değil zulm ile çökeceğini bileceklerdir; onlar, ‘Adalet ’in en üstteki değer olduğunu ve sadece Müslümanlar için değil tüm halk için olduğunu bileceklerdir. Gerçekte “dindar” olan insanda “kin” bulunmaz; biz, sizin sözünüzü sadece maksadımızı izah etmek açısından kullanalım: Eğer, o görmeyi fazla arzuladığınız “dindar ve kindar nesil” aslında dindar olursa, minnetinin değil kininin konusu olmayı da göze almış olmalısınız.
Sayın Cumhurbaşkanı; Günü geldiğinde hangi tarihte, nasıl anılırsınız bilemem lakin Türk tarihinde utanılmayacak bir yer olmak isterseniz, nedamet getiriniz. “Türk Tipi Başkanlık”ı savunmaya hakkınız olsun istiyorsanız, ilk olarak siz “Türk Tipi” olmayı denemelisiniz. O mükemmel egonuz milletin her ferdini kefen giymiş partizanlara dönüştürebileceğinizi düşündürtmesin size. Bakın, anlayasınız diye Osmanlıca söylüyorum:“Ne muhtemel zulm ile bidâd ile imhâ-yı bağımsızlık Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten”.
Atilla Kaya